Thursday, December 02, 2010

Üzüntü ve Muz Kabuğunun diğer tarafı

Macera dolu Amerika'dan döndüğümde ilk zamanlarım hastane dolaşmakla geçmişti. Anevrizmamın kontrolleri içindi bu gidiş gelişler. Sonra trioid kontrelleri filan derken hastane yollarında bana fenalık gelmişti.

Yollarda sürünmekti çünkü yaptığımız. Öncelikle trafikte sürünmek, sonra minibüs ve otobüste sürünmek, sonra hastanede sıra bekleme sürünmesi, sonra tahlil toplama sürünmesi, sonra tekrar kontrol sürünmesi filan derken ben iki aydan fazla kurdeşen döktüm...Böylece hastaneye gitmek için bir sebebim daha olmuştu. Kabaran dudaklar, şişen küçük dil olunca iş ciddiye biniyor tabi ve ancak o kalçadan başlayıp bacakta biten iğne yanmalarındna tatmak gerekiyordu.
Şükürler olsun ki bu çilelerin sonunda beyinde bir problem çıkmadı. Diğer troidmiş bilmem neymiş hala uğraşmam gerekiyor o da ayrı tabi. Ama önemli kısmını atlattım.

Bu gidiş gelişlerde yaptığımız indi bindilerde ve yemek molaları sırasında fotoğraf çekip facebook'a koydukça herkes 'ooooo, sende istanbul'un tadını çıkartıyorsun... amma çok geziyorsun...' gibi yorumlara gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Bostancı'dan Cerrahpaşa'ya her türlü devlet hastanesi, özel hastane, sağlık ocağı ziyaretleri yapınca İstanbul'u boydan boya geçtik tabi. En uzunu ama en keyiflisi Cerrahpaşa oluyordu. Önce Üsküdar'a inip Kabataş'a tekne ile geçiyorduk. Sonra tramvay, sonra tabanvay olarak oldukça meşakatli bir şekilde gitsekde tekne kısmı keyifli oluyordu. Ara sıra güzargahı Taksim tarafından yapınca yine benim için hoş oluyordu.

Ucu bucağı olmayan İstanbul'da bir iş halletmek hiç kolay değil. İstanbul'un taşı toprağı altın değil bence o yüzden.

Oradan buraya adepte olmak oldukça zaman alıyor. Önce bu düzensizliğe alışmamak için çaba sarfediyorsunuz. Ama bu sadece kendinizi yemekten öteye geçemiyor. Otobüs ve minibüslerde insanlar kucak kucağa gitmeye o kadar alışmışlarki siz azıcık (haklı olarak) şoföre, muavine söylenmeye başladığınızda bile kimse sesini çıkartmayıp dinlemekle yetiniyor.

O kadar çok şikayetim vardı ki o yüzden yazmak içimdem gelmiyordu. Yazdığım şeyler sadece sadece şikayetten ibaret olacaktı. Aslında hala pek birşey değişmedi de, hala bol bol şikayet edebilirim...

Bugün tekrar yazasım geldi çünkü bu sıralar kafamı meşgul etmem lazım. Başka şeylerle ilgilenmeyince aklıma gelen tek şey var ve mutsuz oluyorum o zaman. Yayınlamadığım postlarıma içimi döküyorum ara sıra. Aslında yine o yüzden açtım blogumu ama zaten daralmışken o konuyu yazmak yerine başka şeylerle zihnimi dağıtmaya karar verdim. Bu bahane ile örümcek ağı tutmuş bloguma bir el atmış olayım bari...

5 Yorum:

Anne ve Bebisi said...

Ozledim ben seni :)

Ebruli said...

"Örümcek ağı tutma" olayı neredeyse tamamlanacaktı ki; sen bir şeyler yazmaya karar vermişsin, sevindim Nilly. Hep güzel şeyler mi yazacağız, ya da yazmak zorundayız?
Sende sitemlerini, şikayetlerini keşke yazsaydın. belki şu Türkiye de birazcık da olsa birilerinin kafası değişirdi!
ABD ile Türkiye yi kıyaslarsan zaten baştan kaybediyoruz. Orada uzun süre yaşayıp da; ana vatanına dönsen dahi kıyaslamaktan kurtulamazsın. Kuzenim 1,5 yıl, yakın bir arkadaşım 3 sene yaşadı ABD. Döndüklerinde ikisi de kıyas yapmaktan kafayı yiyecekti...

nilly said...

Bende sizi ama tembellik diz boyu :)


Ebruli, hemde ne örümcek :) Ama bazen olmayınca olmuyor işte. Bakalım örümcek ağı bu sefer saracak mı yine yoksa yarıp geçecekmişiyim yine.. Kıyas yapmaktan artık pes edeyim diyorum ama hep birşeylerle karşılaşınca ister istemez yine kıyaslıyorsun..

Ebruli said...

Mutluluk ve sağlıkla dolu bir yıl diliyorum sana!..

KUGUU said...

seni ozledim guzel kiz...
orumcek tutan tek blog seninki degil ama eski dostlar eski dostlar.... sevgilerimle
Kuguu