Sunday, July 15, 2012

Şaşkın Bir Gün - Gerçek Bir Olay

Kafamı kaldırıp baktığımda kuzenimin 5 yaşındaki kızı Elif, market servislerinden birinin içinde tek başınaydı ve araç hareket etmeye başlamıştı. Oysa ki benimle gelmek istediğini söylemişti, nasıl oldu da kaşla göz arasında o araca binmişti?  Tam endişe etmeye başlamıştım ki araç durdu. Koşarak yetişmeye çalıştım. Ama kısa süre sonra araç tekrar hareket etti. Tek başına bir araçla uzaklaşmasının nelerle sonuçlandığını düşünüp yüreğim sıkışırken onu gördüm. Hareket eden araçtan inmiş, bana doğru bakıyordu.

Onu alıp o akşam hep beraber olmamız gereken eve doğru gittim. Aldığım t-shirtleri bir düzene sokmak için koltuğa atmıştım ki, Elif sürekli onların üzerinde dolanıp katladıklarımı bozuyordu. O sırada kapı çaldı. Gelen ablam, eniştem, yeğenim Bora, annem ve babamdı. Babam ‘herşey yolunda’ deyip onlarla birlikte balkona geçti. Bende Bora ile oynamaya başladım. Elimizde kocaman üçgen şeklinde kalıp gibi birşeyler vardı. Bunları ileri doğru atıp birbirine çarptırmaya çalışıyorduk. Sonuncu atışıda yaptıktan sonra Bora onları toparlamaya başladı. Ben oje sürmeye başladım. 2012 yaz koleksiyonu turkuaz yeşili sürüyordum. Yine o sırada kapı çaldı ve diğer kuzenim Arzu, eşi Kemal ve kızları Aslı geldi.

Bora o sırada ortalıktaki şeyleri toparlamıştı. Yine oynalayım diyordu. Bende ojelerim kuruduktan sonra dedim. Sonra bir baktım ki o sadece oynadığımız şeyleri toplamakla kalmamış, birde benim kenara koyduğum oje şişesini almış. Parmaklarını bana uzattığında içimden “eyvahhh” diye bir çığlık yükseldi. Tüm parmaklarına turkuaz yeşili ojeden sürmüştü. Ona kızmadan sadece bunları sürmemesi gerektiğini söyledim, kimse görmeden hemen çıkarttık.
Bu arada evinde bulunduğumuz kişi Arzu ablanın görümcesi Mukaddes ablaydı. Bu ana kadar nerede olduğumu unutmuş gibiydim. Aslında bu eve hiç yabancı değilmiş gibi rahattım ama bu oraya ilk gidişimdi.

Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir anda kendimi dışarı attım. Çok sıkılmıştım. Kawasaki 250 motorumla biraz tur atmak istedim. Hava kararmaya başlamıştı. Buraya geldiğimiz yolda yol çalışması vardı. Orayı kendime nişan aldım. Biraz turlayıp geri gelecektim nasılsa. Ayrıca motor binmeyi ne zaman öğrenmiştim onu bile hatırlamıyordum. Bunu vites geçişleri yaparken farkettim. O kadar düzgün iniş ve çıkış yapıyordum ki kendime hayret ettim. Yanlız bu motorun vitesi oturduğum yerin ortasındaydı, tıpkı araba gibi ama oturduğum yerin önündeydi.  Nedense kafam karışıktı. Herşey farklı görünmeye başlamıştı.

Hediyelik eşya satan küçük küçük dükkanların önünden geçtim. Daracık sokaklara kurulmuş, tenteli yerler vardı. Nasıl oldu da burayı daha önce keşfetmemiştim. Yerler arnavut kaldırımıydı ve ara sıra basamaklar vardı. Şaşırtıcı bir şekilde motorumla bu merdivenleri inip çıkabiliyordum. Bir ara fazla zorladım motoru ve kusmuk gibi pis birşey akıttı fren kolunun oradan. Hiç birşey olmamış gibi yoluma devam ettim.

Biraz etrafa bakındıktan sonra artık geri dönmeye hazırdım. Yine o küçük dükkanların oralardan geçtim. Ama esas dönmem gereken yolu bulamıyordum. Sanki heryerde lanet olası yol çalışması vardı ve beni bir o yola bir diğerine yönlendiriyordu. Tam sokağı hatırladığımı düşündüğüm sırada sadece ona benzer bir yerde olduğumu farkedip yine geri dönüşler yapmaya başladım. Artık karmakarışık 8’ler çizip durmaya başlamıştım.

Sonra dar bir sokağa girdim yine. Küçük bir levhada “Survivor” yazıyordu. Kazananlara verilmiş tabela olduğunu anladım. Kahkaha seslerinin geldiği yere bakınca Survivor'cıları gördüm. İlk gödüğüm Hasan oldu. Hasan’ın sakalları duruyordu. Kafasının tepesi hariç keldi. Tepesini ise 2 santimlik çim bahçe gibi traş etmişti. Saçma görünüyordu. Arkamda birininin sesini duydum. Solmuş kırmızı t-shirt’ü, V yakasından kıvırcık göğüs kılları fışkırmış, saçı başı Temel Reis’teki kabasakala benzeyen Hayyim’di. Bana ‘selam, burada ne arıyorsun diye sordu’, bende ona yolumu şaşırdığımı söyledim. Kavgasız bir survivor seyretmenin güzel olduğunuda söyledim nedense...Bana gülümsedi. Onlarda çekim yapıyorlarmış ama ne olduğunu söylemedi. BKM oyuncularından birkaçı da onların arasındaydı. Motorumu öttürüp oradan uzaklaştım. Ancak hala yolu bulamamam beni sinirlendirmeye başlamıştı.

Bu sefer meydan gibi bir yere çıktım. Koca bir parka bağlanan bir meydandı burası. Sağ tarafında oturan gençler ve aileler vardı. Üzerlerini bir duman kaplamıştı. Bunun mangal dumanı mı yoksa, hafiften serinlemeye başlayan havanın verdiği bir sis etkisi mi anlamadım. Sol tarafıma baktığımda aşağıya doğru bir bayır farkettim. Dibinde 2 tane batık şilep duruyordu.  Biri yan yatmış, diğeri burun üstü duruyordu. Böyle bir yeri daha önce nasıl görmediğime ve duymadığıma yine şaştım. Bu gece şaşkınlık gecemdi!

Cebimden telefonumu çıkarttım. Iphonu’m kendinden geçtiği için eski Nokia’ma geri dönmüştüm. GPRS özelliğininin çalışıp çalışmadığını bilmediğimden biraz tedirgindim. Neyse ki bana Göktürk’te olduğumu gösterecek kadar çalıştı. Ama bu bana birşey ifade etmedi tabi çünkü burada oluşumun ilk olduğu gibi o eve gidişimde ilkti ve adresi bilmiyordum. Tabi ilk etapta o adrese nasıl ve kiminle gittiğimi de bilmiyorum, bu da ayrı garip bir durumdu.

En iyisinin Arzu ablayı aramak olduğuna karar verdiğimde telefonum çaldı. Arayan ta kendisiydi. ‘Nerelerdesin? Çıkalı ne kadar zaman geçti hala geri dönmedin, herkes merak etti’ dedi. Hakikatten o kadar çok mu olmuştu çıkalı? Demek ki yolu bulmaya çalışırken farkında olmadan çok vakit geçirmişim. Arzu abla devam etti, ‘senden sonra Yusuf (kardeşim)da çıktı, o da dönmedi. Kemal abinde sizi bulmak için çıktı’. Hay Allah! Hatırlamadığım bir şey daha, kardeşim ne zaman oraya gelmişti ki, acaba ben çıktıktan sonra mı? Çünkü onu evde gördüğümü hiç hatırlamıyorum.

Bulunduğum yeri tarif etmeye çalıştım. Kemal abi sahile gitmiş, oralarda olabileceğimizi düşünmüş. Buranın bir de sahili mi var? Bilseydim oraya da giderdim. Ben ‘sahil ne tarafta bilmiyorum, Kemal abiye burayı tarif etsene’ dedikten sonra deriden annemin sesini duymaya başladım. ‘Hadi yemek hazır, haydiiii gelin artık’. Şaka mı bu, ben daha evi bulamıyorum, annem beni de yemeğe çağırıyor! Ve annem durmadan devam ediyor: ‘Haydi Nilgün kalk, patates kızarttım soğumasın’ Of ya of ya, yine salonun 3’lü koltuğunda kitap okurken dalıp gittiğim uykulardan birindeymişim ve  kızartmanın kokusunu bile alamayacak kadar derinlerdeymişim...

Gözümü yarım açtım ve dedim ki, ‘ama ben kayıbım, önce beni bulsaydınız!’

Dalış saati yaklaşık: 17:30
Uyanış saati :18:30
Bu kadar insanlı ve bu kadar detaylı gördüğüm rüyalarımdan en senaryosu ‘düzgün’ gidenlerden birini bir hikaye gibi paylaşmak istedim :)

4 Yorum:

Ebruli said...

Niilycim dönmüşsün gözlerime inanamadım. Çok uzun süre oldu da...
Yazını inan okuyamadım henüz, bir boş vaktimde tekrar uğrayacağım...
Hoşgeldin...

Asortik Krep said...

Süpermiş,kime yorumlatacaksın merak ettim,roman yazarı olması gerekli sanki.. ? :))

Demet said...

Pişt, mimledim seni: http://ozgurvedemetdemet.blogspot.com/2012/08/mim-acayip-mi-acayip-sorular.html

Ebruli said...

Nilly önce ben senin adının "Nilüfer" olabileceğini düşünürken; yazının tamamını okuyunca "Nilgün" olduğunu öğrendim ve çok şaşırdım. İnan yazının yani gördüğün rüyanın tamamını ancak bugün okuyabildim. Daha önce attığım mesajın tarihi sitende gözterilmiyor. Düşün ki; ancak şimdi geri dönebilmişim yazına!

Bu kadar uzun ve ayrıntılı bir senaryoyu rüyanda görüp de, hatırlaman gerçekten de çok enteresan, şaşırdım.

Hoşçakal, yeni yazılarında görüşmek üzere...