Friday, June 23, 2006

~CINARCIK 2. Bolum

BIZIM SOKAK, YADIGAR TEYZE VE KAVALCI AMCA, ARAP TURISTLER
Bizim sokakta Figen sinemasi vardi. Bizim apartmanda tam karsinda! Fakat bizim daire arka tarafa bakardi. Bizde yandaki komsuya gider onun balkonundaki masanin uzerine siralanir oyle film seyrederdik. Tabi o zaman ki yasimizin uygun oldugu filmlere. Yasimiz uygun olmadigi zaman zaten o balkona gecemezdik ama bizim balkondan kafamizi egerek az biraz goremeye calisirdik ucundan kosesinden.


Sinemanin yanindaki sari binada benim Izmitli arkadasim otururdu. Onun altinda da bizim sokagin kuaforu vardi. Daha sonra bu binayi yikip yerine apartman yapacaklardi. Fakat o doneme kadar biz o binanin altinda hep oyun oynamisizdir. Bazen cok ses yaptigimiz icin ust kattaki yasli teyze ve kizinin kafamiza bosalttigi sular yuzunden islanmisizdir. Kuaforun oglu bizim arkadasimizdi. Onun ablasida benim ablamin arkadasiydi. Annesi ise butun mahallenin hanimlarinin arkadasi. Bir sabah erken saatte birkac kafadar kadin kayik kiralayip balik tutmaya gitmislerdi. O aksam neredeyse butun mahalle bu baliklardan nasibimizi almistik.


Sinemanin diger yaninda bos arsa vardi. Butun cocuklar bisikletlerle tozu topraga katardik orada. Biribirini kovalamacalar, dusurmeye calismalar, BMX'leri olanlardan artistik sovlar. Ne ararsaniz vardi. Tabi toz kaldirdigimiz icin bagirip cagiran bizi kovalayan cok degerli apartman sakinlerini unutmamak lazim. Yazlik yerde ve mahallenin tek oyun oynanabilecek yerde toz kaldirmayalimda nerde kaldiralim? Daha anlayisli olan komsular ise biz oraya dolusmadan once arsaya biraz su serpip bu sorunu onlerlerdi.


Cocuklarin en buyuk dusmani ise Yadigar teyzeydi. Butun Cinarcik'in tanidigi bu yasli, surati burus burus olmus, salvariyla dolasan kadin bizim sokakta otururdu. Yadigar. Adli gibi sanida yadigar kaldi. Allah topragini bol etsin. Her sene yeni gelenin ilk sorularindan biri 'Yadigar hala yasiyor mu?' olurdu. Her nesil cocuga yetismistir. Bizim buyuk boylarin buyuk boylarindan bizim kucuk boylarimizin kucuk boylarina... Arkamizdan sadece patates degil tas bile firlatmistir.


Onun tek goz odali evinin yaninda da kucuk bir alan vardi futbol oynadigimiz. Daha dogrusu sut cekme oyunu. Tabi bunu o tezgahini onune katmis sokaktan ayri oldugu zamanlarda oynardik. Ne onunla yapabilirdik ne de onsuz. O da bizsiz yapamazdi. Onun hakkinda efsaneler cokdu. Hepimiz aslinda onun cok zengin ama cimri biri oldugu konusunda fikir birligine varmistik. Cocuklari ise sadece para icin analarini goremeye gelir diye dusunurduk ama hala emin degilim onun cocuklarini goren olup olmadigini. Bildigim tek akrabasi onun etrafinda dolanip duran coban kopegiydi. Ya biz buyuduk ya o artik satasmak icin cok yaslandi ve sakinlesti bilmiyorum ama biz Yadigar teyzeyle mahallenin kosesinde biribirmize hal hatir sorar olduk ve kucuk muhabbetlere basladik. Bu cok uzun devam edemeden aramizdan ayrildi.


Cinarcik'in diger unlu yasli kisisi ise 'kavalci amca' idi. Sabri Balkan'in Nilton tarafindaki subesi tarafinda, Mimoza Motelinin hemen onundeki araba parkinda bir arabasi vardi. Hatirladigim kadariyla sarimsi bir rengi olan cok eski model bir arabaydi bu. Antikaya benzerdi. Bu arabada havlu, yatak ortusu gibi seyler satardi. Bir tane kavali vardi ve onu calardi ara sira. Bu dedemin yasadigi donemlerdi. Dedem onunla gidip sohbet ederdi. 'Arkadasima gidiyorum ben' derdi ve saatlerce onunla otururdu. Kavalci amcanin bu arabali zamanini hatirlayan kac kisi var bilmiyorum cunku onu genelde bisikletimsi arabasiyla hatirlarlar. Mavi renkte buyukce bir bisiklete benzer ama pedallari el ile cevrilebilecek sekilde yukaridadir. Kavalci amca Nilton ve iskele arasinda gidip gelir ve hep o tanidik melodiyi calardi. Eminim bu melodi hala bircok kisinin kulaklarindadir.


Bir donemde Araplar cok gelirdi. Kocaman minibus gibi arabalari vardi ve en az dort cocuk olurdu. Boy boy siralanmis cocuklar ve yetiskin bayanlar gorunce acaba 2. esmi yoksa kizimi diye dusunmeden edemezdiniz. Bazen cok kalabalik olurlardi. Tabelalar bile Arapca olurdu. Iyi para harcarlardi ki esnaf severdi onlari. Zamanlar sayilari azaldi ve sonralari hic gormemeye basladik.


KOSE BASI CEKIRDEK CITLATMALARIMIZ
Her mahallenin bir kosesi vardir. Bizim mahallenin kosesi bence en eglenceli koselerden biriydi. Sag kosede Baris Kahvesi vardi. (Artik turku bar olmus) Burada istersen tenteli bolumun altinda oturup cay hopurdetebilir, isterseniz iceriye girip kumar oynayabilirdiniz. Tabi buradakiler genelde orta yasin uzerindeki kadin ve erkekler olurdu.Bizlerse soldaki apartmanin kosesinde otururduk.

Bu kosede bizden once ablalarimiz abilerimiz otururdu. Onlarin yasi ilerleyince artik mahalleye sigmaz oldular ve diskolara gitmeye basladilar ve yerlerini biz devraldik. Onlarin disko saatleri gelene kadar biz onlari seyreder eglenirdik.

O zamanlar faytonlar vardi Cinarcik caddelerinde. Iskeledeki park onlarin duragi olurdu. Ara sira sevmenize izin verirlerdi fayton suruculeri. Tek kotu seyi yollara biraktiklari kokulu imzalariydi. Herneyse, bu bizim abilerden bir tanesi one cikip faytonu durdurdu. Fayton durdugunda ise bir arabanin arkasina saklanmis 7-8 kisi cikardi ortaliga ve faytona binmeye calisirlardi. Tabi faytoncu amca isyanlarda.

En cok yuruyenlere yaptiklari sakalara gulerdik cunku genelde cogunlugu bu sakalara kurban giderlerdi. Iki kisi karsilikli kaldirimin kenarlarina gecer ve sanki ellerinde ip varmis gibi kaldirimin bir kosesinden obur kosesine dogru cekerlerdi ve gecenlere 'aman, dikkat edin ip var' diye uyari yaparlardi. Gecenler ise orada hakikatten ip varmis gibi ayaklarini kaldirip buyuk bir dikkatle gecerlerdi. Hic kimse 'ne ipi, niye yere ip'serdiniz' diye bir soru sormazdi.

Diger oyunlari ise ipin ucuna cuzdan veya para baglamakati. Biri egilip almaya kalkisinca onu cekistirirlerdi. Bu sakaya genellikle cocuklar duserdi. Yerde hic birsey olmamasina karsilik yinede yerde bir yeri isaret edip 'aman dikkkat' dedikleri zaman bile gecenler ayaklarini kaldirip sonra donup donup bakarlardi acaba ne vardi orada diye. Diger numaralari ise intihar susu olaniydi. Bir iki kisi sahil tarafindaki kaldirima gecip apartmanlardan birinin tepesine bakip sanki bir arkadaslari oradan atlayacakmis gibi, 'ya arkadasim atlama, kiyma kendine' gibi bagrislarina aldananlari seyretmek komik olurdu. Abartisiz her gecen kafayi kaldirip bakardi noluyor diye. Belki simdi gorsem aptalca gelecek bu oyunlara o zaman kosemizde cekirdek citlatarak kikir kikir gulerdik biz kucukler.

Kucuklerin eglenceleri bellidir. Saklanbac oynarlar, kovalamaca oynarlar. Biz bunlara ek olarak yedi duvar diye bir oyun oynardik. Sinemanin duvarina topu atarak oynardik. Yediye kadar degisik asamalari vardi.

Biz kizlar lastik atlamaya bayilirdik. Buldugumuz uzunca bir don lastigine karsilikli iki kisi ayaklarimiza gecirir oynun sekline gore yukariya kadar kaldirirdik. Beslere kadar, koltuk altina kadar, yok cin lastigi, yok japon lastigi, yok capraz... bir cok cesidi vardi. Yasimiz buyumeye basladiginda utanir olmustuk sokagin ortasinda gozler onunde oynamaya. Bizim apartmanin arka bahcesini goren olmadigi icin oraya kacip orada oynardik.

Onun disinda biz kagit oyunlarini ve tavlayi daha cocukken ogrenmistik. Kiz tavlasi degil erkek tavlasi. Yukarida Zeytin pansiyonun bahcesinde ise dansa davet oynamak 'kim kimi begeniyor'un eski usul magazin programi sayilirdi. Ara sira kucuk oyunlar duzenleyip bir tiyatro sovuda yapardik orada. Bir ara pamuk sekerci ve macuncu gelirdi mahalleye. Onlar geldigi zaman hemen annelerimize yapisip para isterdik.
DENIZ KENARI MACERALARIMIZ
Sahilde annelerimizle birlikte denize girdigimiz zamanlarimizda yunuslar gorurduk ufka bakinca. Zamanla onlari goremez olduk. Bazen denizalti gelirdi. Ama gelmeden once kendini hissettirirdi. Deniz durgunken bir anda dalga cikiverir ve sahili boydan boya yalardi. Dalgayi erken farkedenler kendini kurtabilse de mutlaka ya havlular islanir ya da terlikleri dalga kapardi. Cok eglenceli olurdu o dakikalar. Herkesde bir panik. Bazen kayiklarla yakinina gitmenize izin verirdi askerler. Eger iskeleye demirlemislerse uzerine cikmaniza izin verirlerdi. Ara sira ise sahil guvenlik gemisi demirlerdi iskeleye.



Her yaz taslik sahil bolumunun genisligi degisirdi. Bazen yola yakin tarafinda kumluk bolge ortaya cikardi, bazense oldukca dar olurdu. Sanki sahil cok kucuk degilmis gibi birde kayiklar olurdu sira sira. Kiralananlar degil de sahipli olanlar. Bazilarinin yerinden kimildatildigini bile gormedim. Bazilari ise neredeyse hergun kayikla acilirlardi. Onlar dondugunde yerinizi degistirmek zorunda kalirdiniz ve kayigi yerine koyabilmeleri icin yardim ederdiniz.

Sahil her ne kadar taslik olsada kenarda kosede az biraz kum olurdu. Benim en sevdigim sey bu kumlardan iskelede veya acikta demirlemis olan denizaltini veya yunus seklini kaldirima yapmak olurdu. Ben oyle kale, kule yapmazdim. Ellerimle o kumu elleyeyim, oksayayim, sekil vereyim isterdim. Heykel yapar gibi. Tamam, ara sira pasta da yapardim her kucuk kiz cocugu gibi ama bu epeyce suslu bir pasta olurdu. Dalganin cekildigi yerden alinan islak kumu ellerininizin arasinda ufaladiginiz zaman krema gibi dokulurdu. Sonra deniz kabuklarindan da diger suslemeler yapilir bulunun cubuk gibi seylerle de dogumgunu pastasina donusturulurdu.

Ilk zamanlarimiz kiyida yuzmekle gecti tabi. Azicik ileri gittiniz mi mutlaka sahilden bir anne hemen uyarirdi. Burasi taslik oldugu icin ayaklariniz surekli kayardi taslarda. Her cocugun ayagini mutlaka bir midye kabugu kesmistir. Bazende nereden geldigi belirsiz mazot parcalari olur ve ayaginizi siyaha bulardi. Bir donem plastik deniz ayakkabilari cikmisti da ayaklarimiz kurtarmistik.

Bu taslik bolumde en sevilen oyun cesitli taklalar atmak ve amuda kalkmak olurdu. Herkes marifetini gozler onune sererdi. Kim nefesini en cok tutacak, kim daha duz amuda kalkacak, kim dipten daha cok yuzecek, kim hangi kayayi kapacak vs. Ellerimizi basimizin uzerinde birlestirir ve Jaws olup ebelemece oynardik. Belli renkte tas bulup onu suyun dibine atip tas bulmaya calisirdik. Kendimiz vapur olur kiyiya yanasirdik. Kiyiya yuz ustu veya sirt ustu uzanip ayaklarmizi cirparak kopuk yapardik. Aramizdan biri o kopuklere dalip masaj keyfini cikarirdi. Biz ta o zamanlardan jakuzi keyfi yaparmisiz da haberimiz yokmus.


Birbirimize denizanasi atma gibi bir eglencemiz daha vardi. Zamanla igrenmeye baslamistim cunku bir iki kere yuzerken mayomdan iceri girmisti ve o vicik viciklik beni igrendirmisti. Sonra zehirli olduklarini ogrenince iyice sogumustum onlardan. Aciklarda bazen kocamanlari olurdu salkim sacak bacakli. Denizin sicakligina, sogukluguna, temiz veya pis olmasina gore denizanasi oranida degisirdi. Ama dalgalarin denizanasi seklinde vurdugu anlari gordugumu bilirim. Denizin ustu silme denizanasi kaplanirdi. Sahile inenlerin sordugu ilk soru 'deniz temiz mi, ikinciside 'sicak mi' olurdu. Eger sadece yosunlar yuzuyorsa o zaman deniz guvenliydi bizler icin.

Yosunlukta yuzme kivamina ermemiz cok uzun zamanimizi almamisti. Zaten tasligin hemen bitimindeydi ve ancak boyunuz kadar bir derinlikteydi. Ben oldum olasi sevemedim o yosunlugu. Sanki yosunlar ayagima dolanip beni dibe cekecekmis gibi gelir. Onun karanlik goruntusu beni urpertir. Seven arkadaslarin en cok yaptiklari olay ise dibe dalip midye cikartmak olurdu. Her sene bu yosunlugun genisligi degisirdi. Bazen genis bazen dar. Ayni sahil gibi.

Bu zamanlarda biz artik suda voleybol, istop gibi top oyunlarina gecis yapmistik. Erkekler ise sut atmacanin handbol versiyonu ile aslinda su topu oynarlarmisda biz yine yasimiz geregi anlamazmisiz. Deve guresi, kaydirmaca ve batirmaca gibi oyunlarda bu donemlerin oyunlarindadir. Artik ordek 'suya daldi zil caldi' oynuna veda ettigimiz onlari kardeslerimize ogrettigimiz devremizdi.
Dalgali zamanlarda denizin uzerinde yuzen salata gorunumlu yosunlardanda peruk yapardik. Dalga ciktigi zamanlar bizim en keyifli anlarimizdi cunku eglence baslardi bizim icin. En buyuk dalgalari bekler onlarin uzerine atlardik. Bazen dalgayla beraber kiyiya kadar sorf yapar gibi giderdik. Bazen pespese dalgalardan kendimizi bir turlu toparlayamaz su uzerine cikmak icin cirpinir soluk soluga kalirdik. Bazende dalganin siddetiyle kiyiya vururduk. Kiyida oturup kendini dalgaya birakmakta eglenceliydi. Her dalgada bir yana savrulurdunuz. Dalga cikacagini ufukta beliren koyu cizgiden anlardik. Zamanla o yaklasir ve dalgaya donusurdu. Genelde aksam ustu saatlerinde olurdu.
Yosunluktan sonra kumluk baslardi. Orasi en havali bolumdu. En cok yapilan sey dibe dalip kum cikartmak ve surekli boy vermekti. Bakalim kimin neresine geliyordu suyun seviyesi... Oraya kadar yuzup orada saga sola kulaclar atip degisik yuzme stilleri deneyerek yuzmemize kisilik kattigimiz zamanlardir. Kim daha cabuk yuzecek yarismasida o donemlere aittir. Deve guresi degil ama firlatmaca yaptigimiz yerde derinlik acisindan kumluktur. Bir kisi dibe dalar digeri onun omuzlarina cikar. Dipteki kisi kendini hizla yukariya iterek usttekini firlatir. Ustteki becerikli de beceriksiz de olsa farketmez. Atan kisinin hizina gore havada taklalar atma olasiliginiz hep vardir.

Ondan ilerisi dubanin oldugu bolum oldugu icin 'duba' diye adlandirdigimiz yerdir. Acilmak dersek bu dubanin oraya kadar gitmek anlamina gelir. Oraya kadar yuzenler ve orada duranlar daha da havali olurlar, kiyiya el ve ayak sallarlar. Ben oraya gitmekten pek hoslanmayanlardandim. Gitmisligim vardir ama cok az. Biraz tirsardim oradan cunku dubadan sonra sazlik dedigimiz kisim baslardi. Yani yosunlugun babasi diyebiliriz. Orasi hep cok koyu renkte olur ve beni urkuturdu.

Kayik kiralamak zevkli olurdu cunku hepimiz kayiga cikip atlardik. Mahallemizde birinin kucuk hiz motoru vardi. Genelde acikta baglanmis olarak birakirdi. Kendisi etrafta yokken herkes motordan atlama yarisina girerdi. Bu hiz motorunun sahibi olan bayana cogu kisi isminden sonra 'anne' sifatini eklerdi. Tam bir hanimefendiydi. Oldukcada zengin oldugu soylenirdi. Bu bayan seneler sonra benim universiteden bir arkadasimin halasi olarak karsima cikti.

Kayiklarin disinda deniz bisikleti ve kanolarda vardi. Bizimde bir botumuz vardi. Turuncu ve oldukca buyuk bir sisme bottu. Oyle ucuzlardan olup iki gunde patlayan cinslerden degildi. Asker botuna benzerdi. Rengi disinda tabi. Onu tek basimiza ilk baslarda tasimamiz zor olurdu. Sonra yontem gelistirerek onu da becerdik. Balkonda dururdu herzaman. Canimiz binmek istediginde balkondan asagiya sarkitmak suretiyle indirirdik. Camasir iplerinden destek alarak indirirdik. Eger kalabaliksak rahatca tasir tek basimiza isek sirtimiza alarak tasimaya calisirdik. Bir suru cocuk uzerine binmeye calisir ve atlardik. Eger canimiz pek kalabalik istemezse hemen biraz acilir kurekleri iceriye ceker kendimizi dubalardan birine baglayarak guneslenirdik.

Bir keresinde dalgaya denk geldik ve malesef kureklerle zapdedemedik ve akintiyla birlikte suruklendik. Ancak Ucreislere geldigimizde hakim olabildik ve kiyiya varabildik. Sonrada elimizde tasiyarak geri gelmistik. Botu balkona geri koymakda yine asagidan oluyordu. Eger evde kimse yoksa ipin uzun kismini yukariya dogru sallayip balkon demirinden iceriye atmaya calisiyorduk. Evde biri varsa isimiz kolaydi. Ya ipi yakalmaya calisir ya da yukaridan bir ip sallandirir, asagidaki de elindeki ipi o ipe baglar sonra sepet ceker gibi bot yukari cekilirdi. Uzunca bir sure bu botu kullandik ama o kadar cocuga bot dayanamadi ve en sonunda ilk patlagini verdi ve rahmetli oldu. Sanirim 3 yaz kullanabilmistik.


Deniz kenarinda yemek icmek de keyifli olurdu. Eger eve gidilip yemek yenmemisse veya surekli gecen simitci, misirci, dondurmaci amcalardan birseyler alinip yenmediyse annelerden biri eve gider cay demler, termosla getirirdi. Cocuklardan biri bakkala yollanir cocuklar icin mesrubat alinirdi. Bazilari yaninda ekmek arasi birseyler getirirdi. Eger cayi demleyen annemse kesin yaninda kedi bacagi dedigimiz hamur toplarindan getirirdi. Afiyetle yerdik ama bir kural vardi. Yemekten sonra en az yarim saat denize girmek yasakti. Kiyida oturabilirdik ama yuzmek sakincaliydi. Iste bu zamanlar bizim ayaklarimzla kopuk yapma anlarimiz olurdu.


SABRI BALKAN
Hava cok sicaksa hemen Sabri Balkan Roma Dondurmacisina gidilip dondurma alinirdi. Cocuklugumdan beri oradan yerim ben dondurmami. Mavi cercevesi olan bufe gibi bir yerdi. Cocuklar uzanabilsin diye bir cikintisi vardi onunde. Oraya cikip kafalarimizi uzatirdik. Hergun sanki ilk defa nasil dondurma koyduklarini gormus gibi heyecanla bakardik. Dondurmamizin parasini kendimiz uzattigimizda pek ozel hissederdik kendimizi. Biz buyuduk calisanlar degismedi. O yuzden ne yedigimizi bilirler ve biz sormadan baslarlardi koymaya ve her seferinde torpil gecerlerdi.

Hayatimda gordugum en fazla ve en degisik cesitlerin bulundugu yerdir orasi. Bu yasima geldim hala o kadar cesidi ayni anda yapanini gormedim. Belki Ben&Jerry'i gecememis olabilir. Her cesidin hakkini verirlerdi. Ben cikolata, karamel ve ozel uretim olan Santa Maria yerdim genellikle. Bazen Santa Maria'nin yerine degisik seyler istesemde diger ikilim degismezdi. Uzerine de bol sicak cikolata sosu ve findik. O sos soguyana kadar zor beklerdik yalamak icin. Bazende degisiklik olsun diye kagit helva arasinda alirdik annemin genelde yaptigi gibi. Sorardim her yaz, 'neden Istanbul'da acmiyorsunuz' diye. Her seferinde gulerek cevap verirdi Sabri amca, 'cok zor acamayiz biz oralarda' diye. O kulah kokusu basimizi dondururdu her seferinde. Yemessek olmazdi dondurmamizi hergun. Bazen abartip gunde 2'ye 3'e ciktigimiz olurdu.


Ben o dondurmanin tadini baska hic bir yerde bulamadim. Cogu tanidigimda ayni seyi soyler. Biz mi cok sadigiz dondurmacimiza yoksa hakikatten cok mu iyiler onu bilmiyorum. Benim fikrim cok iyilerden yana. Sevdigim bazi pastane dondurmalari olsa da ara sira, ayni tat degil kesinlikle, Mado bile o keyfi vermiyor bana. Oyle ozledim ki evden iskeleye, limana yurumeyi ve o sirada dondurmami yalamayi...ruyamda bile goruyorum zaman zaman. Yuruyusumu yapiyorum ama her ne hikmetse o dondurmayi yemek bir turlu kismet olmadi. Ya ruyamin sekil degisti, ya uyandim, ya da uyandirildim.

0 Yorum: